Dünya'nın Yedi Harikası

İnsanoğlu çağlar boyunca, uzun süre kendinden söz ettirecek, geleceğin hayran kalacağı ve hatta tarih kitaplarında yerini alabilecek eserler vermeye çalışmıştır. Bu nedenle de daha iyisini, daha güzelini yapabilme arzusu insanoğlunun her çağda içinde taşıdığı bir duygudur.

Uzun yıllardır başta tarihçiler olmak üzere bir çok yazar, araştırmacı ve sanatkarlar “Dünyanın en güzel yapıtı hangisidir ?” sorusuna cevap aramıştır. Dünyanın 7 harikası kavramı ise ilk kez M.Ö 5. yüzyılda tarihçi Heredot tarafından ortaya atılmış ancak gerçekleştirilememiştir. 300 yıl sonra yani M.Ö 2. yüzyılda Sidon’lu Antipatros “Dünyanın Yedi Harikası Üzerine” adlı eserle yedi harikayı sıralamıştır ve bu liste günümüzde de “Dünyanın Yedi Harikası” olarak kabul edilmektedir. Listede yer alan yapıtlar şunlardır ;

1. Keops Piramidi
2. Babil’in Asma Bahçeleri
3. Artemis Tapınağı
4. Zeus Heykeli
5. Rodos Heykeli
6. İskenderiye Feneri
7. Bodrum (Halikarnas) Mozolesi

Günümüzde bu eserlerden sadece Keops Piramidi ayakta kalmayı başarabilmiştir. Diğerleri yangın, deprem gibi etkiler sonucunda yokolmuş ya da yokolmaya yüz tutmuştur.

1) Keops Piramidi :
Bazı kaynaklarda mısır piramitlerinin tamamı yedi harikanın içerisinde olarak gösterilmektedir ancak sadece Keops piramidi bu listeye dahildir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi günümüze kadar dayanabilen tek eserdir. Mısır’ın başkenti Kahire’deki Giza yaylasında bulunmaktadır. Keops piramidi yedi harika içerisindeki en eski yapıdır. Piramit M.Ö 2560 yılında mısır firavunu Khufu (Keops) tarafından yaptırılmış ve yapımı yaklaşık 22 yıl sürmüştür. Bu piramitte tıpkı diğer piramitler gibi firavunun kabri olarak kullanılmak üzere inşa edilmiştir. Keops Piramidi 145,75 metre yükseklikte, 229 metre genişlikte, eğimi 51 derece ve geometrik hata oranı %0,1 den azdır. Firavunun odası tabandan 40 metre yükseklikte ve tepeden 100 metre kadar aşağıdadır. Arkeologlara göre piramitin temelini kazmak için 100.000 işçi çalışmış, daha sonra bir bu kadar işçi de piramitin inşasında kullanılan her biri yaklaşık 2 tonluk, 2 milyon 300 bin kadar taşı üst üste dizmek için çalışmıştır. Bu kadar ağır taşların üst üste dizilme sırrı hala çözülememiştir ancak çamurdan yapılmış bir rampa kullanıldığı tahmin edilmektedir. Piramit yapıldığından itibaren 4300 yıl boyunca dünyadaki en yüksek yapı olarak kayıtlara geçmiştir.

2) Babil’in Asma Bahçeleri :
M.Ö 605’de Babil kralı Nebukadnezar tarafından yaptırıldığı söylenmektedir. Çorak mezopotamya çölünün ortasında yapay  dağlar, çeşitli ağaçlar, bitkiler ve akan suların bulunduğu tahmin edilen çok katlı bir bahçedir. Uzunluğu 80 kilometre, genişliği 25 metre ve yüksekliği 97 metre olduğu belirtilmektedir. Yapılma nedeni olarak farklı iddialar bulunsada en kuvvetlisi Kralın, mezopotamya çölünün bunaltıcı sıcağından bunalan karısı Semiramis’e hediye vermek amacıyla yaptırmış olması. Dönemin yunan coğrafyacısı Strabo bu bahçeleri şöyle tanımlamaktadır : “Bahçeler birbiri üzerinde yükselen kübik direklerden oluşuyordu. Bunların içleri çukurdu ve büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi için toprakla doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş tuğla ve asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak için Fırat nehrinden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu. Bu şekilde üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak teraslardan aşağıya doğru akıyordu”
Bu bahçelerin günümüzde kesin izlerine rastlanmamıştır ancak bölgede araştırma yapan arkeologlar babil sarayının kuzeydoğusunda görünüşü garip olan temel ve tonozlar bulmuşlardır. Bu kalıntıların asma bahçelere ait olduğu sanılmaktadır.

3) Artemis Tapınağı : 
Lidya kralı Croseus tarafından M.Ö. 550’de tanrıça Artemis adına, yunan mimar Chersiphron tarafından tasarlanmış ve dönemin en ünlü heykeltraşlarına yaptırılmıştır. Tamamen mermerden yapılmış olan bu yapı bronz heykellerle süslenmiştir. Tapınak dini müessese olarak kullanıldığı gibi ticaret mekanı olarak da kullanılmıştır. 90 metre yüksekliğindeki ve 45 metre genişliğindeki bu eser, yapımından 200 yıl sonra adını ölümsüzleştirmek isteyen Herosteamus adlı bir kişi tarafından yakılmıştır. Tapınağın yakıldığı gece Büyük İskender doğmuş ve bu eserin kendisinin doğduğu gece yakıldığını öğrenince tapınağın onarılması için yardım teklif etmiş ancak reddedilince, ömrünün yettiği ölçüde tapınağı onarmıştır. Ancak M.S. 262’de çıkan yangın sonucu tapınak, sütunları dışında tamamen yok olmuştur.

4) Zeus Heykeli : 
M.Ö 456’da yapımı bitirilen zeus heykeli, adına olimpiyat oyunları düzenlenen “Tanrıların Kralı Zeus” adına yapılmıştır. O dönemlerde yunanlıların en büyük eğlencesi olan bu oyunlar adını bulunduğu Olimpos (Olympia) şehrinden almaktadır. Yunanlıların olimpiyat adını verdikleri bu oyunların öneminin artması ve yayılmasıyla Tanrıların Kralı Zeus’un adına yakışır bir tapınak yapmak istemişlerdir. Önce Elis’li Lisbon tarafından tapınak yapılmış daha sonra tapınağın batı ucuna Phidias tarafından zeus heykeli yapılmıştır. 7 metre genişliğe ve 12 metre yüksekliğe sahip olan bu heykel özenle hazırlanmış olan tahtına oturur şekilde inşa edilmiştir. Heykelin sağ elinde zafer tanrıçası Nike, sol elindeyse üzerinde kartal olan bir asa bulunmaktadır. Tahtın üzerine, yunan tanrılarının ve sfenks gibi mistik hayvanların oyma figürleri işlenmiştir. Heykelin derisi fildişinden, sakalı, saçları ve elbisesi altından yapıldığı söylenmektedir.
Heykel, M.S.255 yılında Roma imparatoru I. Theodosius’un olimpiyatları durdurmasıyla, yunanlılar tarafından Bizans’a yani İstanbul’a taşınmış ancak M.S.462’de çıkan bir yangın sonucu yok olmuştur.

5) Rodos Heykeli : 
M.Ö. 282’de rodoslular (dorlar) tarafından, güneş tanrısı Helios adına yapılmıştır. 32 metre yüksekliğe sahip olan ve elinde bir meşale tutan bu heykelin yapımı tam olarak 12 yıl sürmüştür. Devasa büyüklükteki bu heykelin bir parmağının bile iki insan boyunda olduğu söylenmektedir. Rodoslular, Makedonya Kralı Demetrios ile yaptıkları savaşı kazandıktan sonra zafer anıtı olarak bu heykeli yapmışlar ve heykelin kendilerini koruduğuna inanmışlardır. Bu sebeple her yıl denize dört atlı bir araba atmışlar ve inanışlarına göre güneş tanrısı Helios’un bu arabayla dünyayı dolaşarak insanları gözetlermiş. Güneş tanrısı adına yapılmasının yanında, rodoslular için birlik ve beraberliğin simgesi olan bu heykel Dünyanın Yedi Harikası listesinde yer almayı başarmıştır. Yalnızca 56 yıl ayakta kalabilen bu devasa heykel, bir deprem sonucunda dizinden kırılarak yıkılmıştır. Rivayete göre 900 yıl harabe halinde kalan heykelin parçaları, 654 yılında arapların rodos’u işgalinin ardından suriyeli bir yahudiye satılmış ve develerle suriyeye taşınmış.

6) İskenderiye Feneri : 
Gemicilerin güvenliğini sağlamak ve yönlendirmek için, M.Ö 290’lı yıllarda Büyük İskender tarafından yaptırılmış fenerdir. 166 metre yüksekliğindeki fener, Mısır’ın İskenderiye kenti kıyısındaki Faros (Pharos) adasında beyaz mermerden yaptırılmıştır ve bugüne kadar yapılan en yüksek fenerdir. Yunanlı tüccar Sostratus tarafından finanse edilen bu fenerin en büyük özelliği ise gündüzleri dahi gün ışığını denize yansıtabilmesidir. Gecede cilalı bronz aynaların önünde yakılan ateş yansıyarak 50.km mesafeden görülmektedir. Uzun süre ayakta kalmayı başaran fenerin orta kısmı 10. yüzyılda depremler ve doğal şartlar sonucunda çökmüş, 15. yüzyılda da tamamen yıkılmıştır.

7) Bodrum (Halikarnas) Mozolesi : 
M.Ö 350 yılında Kral Mausollos için karısı ve kız kardeşi tarafından Pythea adlı bir mimara yaptırılan mezardır. Bodrum o zamanki adıyla Halicarnassus civarında yapılmıştır. 45 metre yüksekliğe, 30 metre genişliğe ve 25 metre uzunluğa sahip olan bu mozolenin tepesinde zaferi simgeleyen dört atlı bir savaş arabası ve arabanın üzerinde de Kral Mausollos ve karısının heykelleri yer almaktaydı. Bu mezar 16. yüzyıla kadar korunmuş ancak haçlı seferleri sırasında St. John şövalyeleri bugün hala var olan bodrum kalesini yapmak için mozoleyi yıkarak neredeyse tüm taşlarını kalenin yapımında kullanmışlardır.

Bilgiler bilgiustam.com'dan alınmış olup tarafımızca düzenlenip paylaşılmıştır.

Erken Hamilelik Belirtileri Nelerdir ?

İlk Hamilelik Belirtileri

Adet gecikmesi: Beklenen tarihte adet görülmüyorsa hamile kalma ihtimali söz konusudur. Ayrıca kanamanın normalden daha açık renkli olması da gebeliğe işaret ediyor olabilir.

İştahta değişmeler: Anne adaylarının bazılarında aşırı yemek yeme isteği ya da iştahsızlık hamileliğin ilk belirtileri olarak görülebilir.

Baş ağrısı: Hamileliğin ilk haftalarından itibaren bazı hormonal değişiklikler ve kan basıncında değişiklikler olur. Buna bağlı olarak da baş ağrısı meydana gelebilir. Burada dikkat edilmesi gereken önemli husus hamilelikte doktor kontrolü dışında ilaç alınmaması gerektiğidir. Özellikle ülkemiz insanları en ufak bir baş ağrısı dahi olduğunda hemen ilaç kullanırlar. Eğer hamilelik şüpheniz varsa ilaçtan kaçınmalısınız. Böyle durumlarda ilaçsız baş ağrısını gidermek için linke tıklayarak baş ağrısına ne iyi gelir öğrenebilirsiniz.

Sancı: Regl dönemindekine benzer sancılar görülebilir. Fakat bu sancılar bire bir aynı değildir. Bu sancılarla birlikte meydana gelen mide bulantıları iştah kaybını da beraberinde getirebilir. Ayrıca yanma veya kaşıntı olmadığı müddetçe beyaz sütümsü akıntı gelmesi erken hamilelik belirtileri kapsamında normal kabul edilir.

Göğüslerde hassasiyet: Erken hamilelik belirtilerinin en belirgin olanıdır. Göğüsler şişebilir, ağrı oluşabilir ve dokunulamaz derecede hassaslaşabilir.

Yorgunluk: Gebelikte yükselen hormonlar daha çabuk yorulmaya ve halsizliğe sebep olur. Sürekli uyku hali görülebilir. Anne adayları akşamları daha erken uyumak ister ve sabahları kalkmakta zorlanırlar. Uykusuzluk ve yorgunluk hamilelik belirtileri arasında en hızlı gelişen belirtilerdendir.

Mide bulantısı: Mide bulantılar en çok hamileliğin ilk 3 ayında görülür. Bulantıların sebebi değişen hormon dengesidir. Mide bulantılarına baş ağrısı, halsizlik ve yorgunluk eşlik eder. Bu bulantılar daha çok sabahları görülür. Bulantıların şiddeti ve sıklığı her anne adayında farklıdır. Hatta bazı anne adayları hiç bulantı yaşamayabilir.

Duygusal değişiklikler: Yine hormonal değişimlere bağlı olarak hamileliğin ilk haftalarında ruh hali dalgalanmaları görülebilir. Bazı duygular çok yoğun yaşanabilir.

Kabızlık: Hamilelikte progesteron seviyesi yükselerek iç organlardaki besin akışında yavaşlama meydana getirir ve kabızlığa sebep olur. Bu durumun önüne geçmek için bol lifli yiyecekler tüketilmeli, egzersiz yapılmalı ve bol sıvı alınmalıdır.

Sık idrara çıkma: Normalden daha çok idrara çıkma isteği bazı anne adaylarında erken hamilelik belirtileri arasında yer alırken, bazı anne adaylarında sadece hamileliğin son dönemlerinde mesanenin daralmasına bağlı olarak görülür.

Vücut ısısında değişiklik: Vücut ısısının yükselmesi erken hamilelik belirtileri arasında yer alır. Anne adayları zaman zaman ateşlenmiş hissine kapılır.

Koku hassasiyeti: En çok görülen hamilelik belirtilerinden biri de koku hassasiyetidir. Birçok anne adayı özellikle yemek kokularından rahatsız olabilir.Bu durum hamileleri rahatsız eder ve bulantılarını tetikler.

Hamilelik Teşhisi

Yukarıdaki belirtiler görülüyorsa yapılacak en doğru şey eczaneden alınacak hamilelik testiyle gebeliğin kontrol edilmesidir. Bu testlerdeki doğruluk oranı %99’dur. Ancak bu oran adet gecikmesi 10 günden fazla olduğunda söz konusudur. Daha erken yapılan testlerde hata payı %50’dir. Bu nedenle daha doğru sonuç almak için hamilelik testinin adet gecikmesinin 10. gününden sonra yapılmasını tavsiye ediyoruz.

Yapılan testin sonucu ne olursa olsun kesin teşhis için en doğru yol bir doktora başvurulmasıdır. Yapılacak kan testleri ile hamile olup olmadığınızı kesin olarak öğrenebilirsiniz.

Kenger Sakızı Nedir ? Kenger Sakızı Hakkında Bilgiler

Özellikle, 80-90’lı yılları hatırlayanlar, sokaklarda, yaklaşık bir metrelik jelatinler içerisinde muhafaza edilmiş, şeritler halinde omuzlarına asılı şekilde bulunan sakız satıcılarını iyi bilirler. Her ne kadar bunlara damla sakızı denilse de aslında kenger sakızı ile yapılmış bir sakızdır. Kenger sakızı, çok eskilerden beri kullanılan, günümüzde, azalmış olmakla birlikte, kullanımı devam eden doğal sakızdır. Yayla gülü sakızı, dağ sakızı, çengel, enger, kengir bilinen diğer isimleridir. Latince ismi Gundelia tournefortii’dir. Kenger sakızı, aynı isme sahip otun kök bölgesinden elde edilmektedir.
Kenger, daha çok İç Anadolu ve Doğu Anadolu Bölge’leri olmak üzere, Güney Doğu Anadolu, Ege ve Akdeniz Bölge’lerinde, dağlık, taşlık ve kıraç arazilerde kendiliğinden doğal olarak yetişen, dikenli, otsu bir bitkidir. Boyu 70-80 cm’ye kadar ulaşmaktadır. Mart-Nisan aylarından itibaren yeşermeye başlamaktadır. Nisan-Mayıs aylarından itibaren açmaya başlayan mor renkli çiçeklerinden elde edilen tohumlar dövülerek kahve yapımında kullanılır. Yeşil aksamı, yemek, salata ve turşu yapımında kullanılmaktadır.
Temmuz ayı itibariyle bitki kurumaya başlar. Eylül ayının sonuna kadar, üç aylık zaman diliminde kenger sakızı elde edilmektedir. Burada kök bölgesinin kurumamış olması çok önemlidir. Kenger sakızı üretimi, başta Malatya olmak üzere Erzurum ve Sivas illerinde yoğun olarak yapılmaktadır. Kuruyan bitkilerden sakız elde etmek amacıyla, bölge halkı sabah erken saatlerde kenger otunu aramaya çıkar. Bulunan bitkinin kök kısmını ortaya çıkarmak amacıyla kök bölgesi etrafındaki toprak kazınır. Siyah kök ortaya çıktığında, bu kısım çaprazvari (/) bir şekilde kesilir. Kesilen kökte yavaşça bitki öz suyundan oluşan, süt şeklinde beyaz sıvı çıkarak eğimin etkisiyle birlikte toprak üzerine akar. Kengerin sütü koyu kıvamda olduğundan bitkiden yavaşça çıktığı kısım güneşle temas ettiğinde çabucak kuruyabilmektedir. Dolayısıyla kurumanın önlenmesi amacıyla düz taşlar ters, V şeklinde bitki kökü üzerinde tutturularak gölge oluşturur. Bu sayede gölgede kalan kısımdan uzun müddet kenger sütü çıkması sağlanır. Dişe değer miktarda bitki sütünün çıkması ve bunun kuruması saatler almaktadır. Bu sırada yeni bitkiler aranarak bunlara da aynı işlem uygulanır. Güneşin etkisiyle bitki ve/veya toprak üzerinde kuruyan bitki sütü akşamüzeri toplanır. Ardından uzun süre yıkama işlemi uygulanarak sakızın topraktan arındırılması amaçlanır. Fazla miktarda sakız toplayanlar ise sakızdaki toprağın, hızlı bir şekilde, kolaylıkla arındırılması amacıyla kaynatma, süzme gibi yöntemler uygulamaktadırlar. Temizleme işleminin ardından genel olarak, su dolu leğen içerisinde tutularak satılmaktadır. Bunun haricinde, yukarıda da belirttiğim gibi, uzun jelatin içerisinde şeritler halinde satılmaktadır. Bir kenger bitkisinden aynı gün içerisinde üç defa sakız elde edilebilmektedir. Üç aylık bir dönemde iyi çalışan bir kişi 40-50 kg kenger sakızı elde edebileceği söylenmektedir.
Kenger sakızı kendine has olarak sert bir yapıya sahiptir. Çiğnendikçe içerisindeki etken maddelere kaybettikçe sakız yumuşamaktadır. Çiğnenmediği zamanlarda sakız su içinde muhafaza edilebilmektedir. Bunla birlikte sakızın uzun süre bozulmadan muhafaza edilebilmesi için ışık almayan kapta buzdolabında saklanılması önerilmektedir.
Faydaları ve Yan Etkileri
• İyi bir kan temizleyici olup, damar tıkanıklığını önlemede yardımcı olmaktadır.
• Diş fırçası görevi görerek dişleri temizler ve diş etlerini güçlendirir.
• Antidepresan etkiye sahip olduğu söylenmektedir.
• Hazımsızlığı gidererek mide ağrılarını önler.
• Migrene karşı faydalı olmaktadır.
• Patlayan kulak zarını onarıcı etkiye sahiptir.
• Karaciğeri koruyucu etkiye sahiptir.
• Safra kesesi taşlarını düşürmektedir.
• Sert yapısı, yüz ve çene kaslarının güçlenmesini sağlayarak yüz felci riskini azaltmaktadır.
• Antioksidan içeriği sayesinde kenger otu, kanser tedavisinde de kullanılmaktadır. Özellikle cilt ve prostat kanserine karşı koruyucu etkiye sahip olduğu söylenmektedir.
• Yoğunlaştırılmış özünün yüksek dozda alınması karaciğer zehirlenmesine neden olabilmektedir. Bu durum, sakızdan ziyade, bitkiden yapılan yemeklerden fazla tüketmekten kaynaklanabileceği düşünülmektedir.
• Kenger sakızı sert olduğundan dişlerdeki dolgulara zarar verebilmekte ve zayıf dişleri kırabilmektedir.
Bu bilgiler darende.bel.tr, bodytr.com ve bilgiustam.com sitelerinden alınıp, tarafımızca düzenlenip yazılmıştır.

Ahlat Bitkisi Nedir ? Faydaları Nelerdir ? Ahlat Bitkisi Hakkında Bilgiler

Günümüzde en fazla merak edilen bitki türlerinden biri de Ahlat bitkisidir. Birçok özelliklerinin ve faydalarının bulunduğu Ahlat bitkisi hakkında merak edilen tüm bilgileri yazımız üzerinden sizlerle paylaşacağız. Dilerseniz ilk olarak bu bitki türünün ne olduğu hakkında bilgiler sunalım.
Ahlat Bitkisi Nedir?
Ahlat bitkisi doğa ortamında kendiliğinden yetişen yabani bir armuttur. Toplumda yaban armutu olarak da bilinen Ahlat bitkisi birçok nitelikleri sayesinde diğer bitki türlerinden ayrılmaktadır. Bu bitki türünü diğer bitki türlerinden ayıran en belirgin nitelik ise hemen her iklimde yetişebilmesidir. Ahlat bitkisinin yetişmesi için iklim şartılarının fazla bir önemi bulunmamaktadır. Dolaysıyla bu bitki türü her iklimde kolaylıkla yetişebilmektedir. Ahlat bitkisi daha çok ormanlık alanlarda ve bozkır alanlarında yetişmektedir.
Ahlat Bitkisinin Başlıca Özellikleri Nelerdir?
Bu bitki türünün birçok özellikleri bulunmaktadır. Bu özellikleri sayesinde diğer bitki türlerinden oldukça farklıdır. İşte Ahlat bitkisinin başlıca özellikleri;
Boyu yaklaşık olarak 9 metreye kadar ulaşabilmektedir. Dolaysıyla bitki türleri arasında en kısa boylu bitkilerdendir. Yaprakları oldukça tüylüdür. Oldukça mayhoş bir kokuya sahiptir. Yapraklarının rengi koyu gridir. Kış aylarının sonlarına doğru çiçek açmakta ve yaz aylarının ortalarına doğru meyvelerini yenilemektedir. Ahlat bitkisi oldukça dikenli ve oldukça sert bir yapıya sahiptir. Meyveleri ise oldukça sert ve kabızlık rahatsızlığına neden olabilmektedir. Bitkinin içeriğinde C, B, karoten, pektin ve asitler yer almaktadır.
Ahlat Bitkisinin Başlıca Faydaları Nelerdir?
Bu bitki türünün özellikleri hakkında bilgiler sunduktan sonra şimdi de faydaları hakkında bilgiler sunalım. Ahlat bitkisinin birçok faydaları bulunmaktadır. İşte Ahlat bitkisinin başlıca faydaları;
Vücudumuzda yer alan alkalitleri düzenlemektedir.
Sakinleştiricidir.
İdrar yollarında meydana gelen sorunları kısa sürede ortadan kaldırmaktadır.
İdrar sökücüdür.
İshal kesicidir.
Zehirli haşere sokmalarında meydana gelen zehirin etkisini yok etmektedir.
Kalbin çalışma işlevinin kuvvetlenmesini sağlamaktadır.
Ahlat Bitkisinin Ülkemizdeki Kullanımı
Ahlat bitkisi geçmiş dönemlere göre günümüzde başta ülkemizde olmak üzere birçok ülkede yoğun ilgi görmektedir. Faydalarının oldukça fazla olması nedeniyle ilgi gören bu bitki türü ülkemizde hemen her yaştan kullanıcılar tarafından kullanılmaktadır. Tek bir yan etkisinin kabızlık yapması olduğu Ahlat bitkisi bu yan etkisi dışında herhangi bir yan etkisinin bulunmaması bu bitki türünü popüler bir konuma getirmiştir.
Ahlat Bitkisinin Kullanımı Nasıldır?
Ahlat bitkisinin başlıca faydaları hakkında bilgiler sunduktan sonra şimdi de bu bitki türünün tüketimi hakkında bilgiler sunalım. Ahlat bitkisin kullanımı oldukça basittir. Bu bitki türünden faydalanmak için yapmanız gerekenler şunlardır;
İlk olarak bitkinin yaprakları temizlenir.
Sonrasında bir kase içerisine bir miktar su ile birlikte konularak birkaç dakika kaynatılır.
Kaynatma işleminden sonra su ile birlikte düzenli olarak tüketilir.
İşte hepsi bu kadar.Görüldüğü üzere Ahlat bitkisinin kullanımı oldukça kolay ve pratiktir.
Ahlat Bitkisini Diğer Bitkilerden Ayıran Başlıca Nitelikleri Nelerdir?
Ahlat bitkisini diğer bitki türlerinden ayıran birçok nitelikleri bulunmaktadır. Bu nitelikler ise şunlardır;
  • Ahlat bitkisinin boyu diğer bitkilere göre daha kısadır.
  • Tadı diğer bitkilere göre daha ekşimsidir.
  • Yapısı diğer bitkilere göre daha serttir.
  • Diğer bitkiler kabızlık sorununa iyi gelirken Ahlat bitkisi tam tersine kabızlık sorununa neden olabilmektedir.
  • Diğer bitkiler sınırlı iklimlerde yetişebilirken Ahlat bitkisi her iklimde yetişmektedir.
Ahlat Bitkisini Nerede Bulabilirsiniz?
Ahlat bitkisinin kullanımı hakkında bilgiler sunduktan sonra şimdi de bu bitki türünü nerede bulabileceğiniz hakkında bilgiler sunalım. Makalemizin üst kısmında da belirttiğimiz üzere Ahlat bitkisi genel olarak ormanlık ve bozkır alanlarında yetişmektedir.
Dolayısıyla bu bitki türünü en fazla bu alanlarda bulabilirsiniz. Bununla birlikte başta internet dünyasında yer alan birçok aktar sitelerinde ve birçok satış noktalarında bulabilir ve sipariş verebilirsiniz.
Görüldüğü üzere Ahlat bitkisi birçok bakıma diğer bitkilerden farklılık göstermektedir. Makalemizde Ahlat bitkisi hakkında bilgiler sunduk. Umarız bu anlamda faydalı olabilmişizdir. Sizler de Ahlat bitkisinin faydalarından yararlanmak isterseniz bu bitki türünün satıldığı yerler ile iletişim kurabilir ve Ahlat bitkisini sipariş vererek yukarıdaki uygulanış tarifini gerçekleştirebilirsiniz.

Bu bilgiler sifalibitkisitesi.net sitesinden alınıp, tarafımızca düzenlenip yazılmıştır.

Adolf Hitler Kimdir ? Adolf Hitler Hayatı

Adolf Hitler (20 Nisan 1889, Braunau am Inn - 30 Nisan 1945, Berlin), Avusturya asıllı Alman politikacı, siyasi lider, teorisyen ve devlet adamı. 1919 senesinde Alman İşçi Partisine (Deutsche Arbeiterpartei; DAP) üye olmasıyla başlayan politik yaşamı, bu partinin 1920 senesinde Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisine (Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei; NSDAP) dönüşmesiyle devam etti ve 1921 senesinde ise Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisinin lideri oldu. Uzun süreli bir siyasal mücadelenin ardından, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin iktidara gelmesinin sonucunda 1933’ten itibaren Almanya Şansölyesi, 1934’ten itibaren ise ölümüne kadar Almanya Cumhurbaşkanı olarak görev yaptı. Bu iki görevi “Führer und Reichskanzler” unvanını kullanarak bir arada yürüttü. Nasyonal sosyalizmin kurucusu olup Almanya'yı 12 yıl boyunca bu öğretiyle yönetmiştir. Bir politikacı ve asker olmanın yanı sıra ressam ve yazar idi.

Hitler, Almanya’da I. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan Büyük Buhran’dan güç kazandı. Propaganda ve karizmatik bir dille, alt ve orta tabakanın ekonomik istemlerine ümit veriyordu; bunun yanında da belli bir seviyede milliyetçilik, sosyalizm, antisemitizm, anti-komünizm ve anti-kapitalizm de sunuyordu. Ekonominin tekrar kurulması, yeniden silahlandırılmış bir ordu ve totaliter ve faşist bir rejimle; Hitler Almanya içerisindeki düzeni yeniden tesis etti ve güçlü bir ülke yarattıktan sonra, saldırgan bir dış politika izleyerek Alman “yaşam alanı”nı (Lebensraum) genişletmek amacıyla Polonya’ya saldırdı. Yıldırım savaşı (Blitzkrieg) taktikleri ve Mihver Devletleri ittifakı ile birlikte Avrupa′nın büyük bölümünü ve Asya’nın bir kısmını işgal etti.

ABD’nin II. Dünya Savaşı’na Müttefiklerin tarafına katılması ve Kızıl Ordu’nun ilerlemesi ile Alman ordusu gerilemeye başladı. Sovyet güçlerinin 23 Nisan 1945’te Berlin'e girmesi ile Almanya’nın yenilgisi kesinleşmişti. Hitler; işgal altındaki Berlin’de, eşi Eva Hitler (Eva Braun) ile yer altı sığınağında (Führerbunker) 30 Nisan 1945 günü intihar etti. Cesedi -vasiyeti üzerine- takipçileri tarafından yakıldı. 8 Mayıs 1945’te Alfred Jodl’ın imzaladığı teslim belgesiyle Büyük Alman İmparatorluğu yıkıldı.

Hitler’in saldırgan dış politikası, Avrupa’da İkinci Dünya Savaşının patlak vermesinin ana nedeni olarak kabul edilir. Onun Yahudi karşıtı politikaları ve ırkçı ideolojisi, aşağı ırk olarak gördüğü en az 5.5 milyon insanın ölümüne neden oldu.


Adolf Hitler Yahudi Soykırımı Gerçekleri

2. Dünya Savaşı mimarlarından Hitler günümüzde hala konuşuluyor. Özellikle de gündeme gelişinin sebebi, ” Yahudi Soykırımı ”, diğer adıyla ” Holokost ” . 2. Dünya Savaşı esnasında 6 milyona yakın Yahudi’ nin öldürüldü. Bunun sorumlusunun da, Almanların Führer olarak adlandırdıkları Hitler olduğu belirtiliyor. Peki bu soykırımı Hitler neden yaptı?Çeşitli söylemlerin dışında, bu konu hakkında Hitler’ in kendi yazdığı kitapta da kendi ağzından bazı söylemleri bulunuyor. Main Kampf ( Kavgam ) adlı eserinde Hitler, Yahudilerin özellikle Alman ekonomik yapısına darbe vurduğunu savunuyor. Hatta savaşı da Yahudilerin yüzünden kaybettiğini söylüyor. Savaş döneminde silah fabrikalarının çoğu Yahudilerin elindeydi ve işçileri de Yahudi’ ydi. Bu fabrikalar en gerekli oldukları zamanda greve gitmeleriyle, Almanların savaş alanlarında mühimmat sıkıntısı yaşamasına sebep oldular. Hitler işte bu ihaneti asla affedemediğini kitabında belirtiyor. Bugüne kadar bu konu hakkında araştırma yapanların yaygın görüşüne göre ise Hitler, annesinin yaşadığı hastalıktan kurtarılamaması sonucu doktorları suçlu görüyordu. Bu doktorlar da Yahudi’ ydi. Ancak araştırmacılar bu konuda sınırlı verilere ulaşmadılar. Çok daha geniş alanlarda araştırma yaptılar ve ortaya koydukları sonuçlar akıllara farklı soruların gelmesine sebep oldu. Mesela akıllara, Hitler’ in ” Yahudi Soykırımı ” nı gerçekleştirmesinde gizli güçlerin olduğu veya bizzat Siyonizm temsilcileriyle anlaştığı vb. düşüncelere ilişkin sorular geliyor. Bu sorulara cevap verebilmek için o dönemi iyi bilmek gerekir. O döneme ait tarafsız bilgileri yazacağım. Yer yer bazı iddiaların olası nedenlerine de tarafsız bilgiler ışığında değineceğim. Kısaca o döneme ait verileri, araştırmaları, yaşanmış gerçekleri size sunacağım ve akla gelen soruları cevaplandırması sizin şahsi kanaatinize kalacak. İşte o dönemin kısa bir panoraması ve o döneme ilişkin araştırma sonuçları:

Hitler’ in Almanya’ nın Başına Geçmesi ve Diktatörlüğe Giden Adımları: Akla gelen sorulara ışık tutabilecek olayların başlangıcına inmekte fayda var. Bunun için de bu dönemde gerçekleşen olayların baş kahramanı Hitler’ in Almanya’ nın başına geçtiği dönemi irdelemek gerekir. Yani 2. Dünya Savaşı’ ndan 15 yıl öncesine gitmek gerekir. Bilindiği gibi Almanya, 1. Dünya Savaşı’ nda Osmanlı ile müttefikti. Bu savaşta Almanya’ nın bulunduğu taraf yenilince, çok ağır sonuçlara katlanmak zorunda kaldılar. Hatta Dünya tarihine göz atıldığında, belki de en yüklü savaş tazminatı ödeyen ülke Almanya olmuştur. Tam 132 milyarlık altın para tazminatı Versay Barış Antlaşması ile Almanlara dayatılmıştı. Bunun yanı sıra bir de Alman ordusu 100 bin sayısına kadar düşürülmek zorunda kalmıştı. Açığa çıkan onca asker de işsizler ordusuna katıldı. Bu savaşta kaybettiği Elsaß-Lothringen ( Alsas-Loren ) Bölgesi ile ekonomisine büyük bir darbe vurulmuştu. Bu bölge bilindiği gibi demir madenin çok fazla bulunduğu bir bölge. Zaten topraklarının da büyük çoğunluğunu kaybetmesiyle işlenebilir tarım arazisi de kısıtlanmış oldu. İmparator 2. Wielhelm de savaş yenilgisinin hemen ardından ülkeden kaçtı ve siyasi bir boşluk ortaya çıktı. Bu esnada da Kasım Devrimi gerçekleşti. Kasım Devrimi’ nin akabinde seçimler oldu ve koalisyon hükümeti oluşturuldu. Bu hükümette sosyal demokratlar ve başkan Freiderich Ebert etkiliydi ancak ellerinden gelen hiçbir şey yoktu. Çünkü halkın içinde bulunduğu durum çok ağırdı.
Toplum psikolojik açıdan da çökmüştü. Çünkü Fransızlar, yani tarihi düşmanları onları Versay Antlaşması’ yla yerle bir etmişti. Almanlar bu yüzden ağır koşullardan çok hakaret olarak gördükleri bu antlaşmanın psikolojik etkisindeydiler. Dolayısıyla başlarına gelecek lider etkisiz kalmamalı ve eski Almanya ruhunu canlandırabilmeliydi. Bu dönemin parlayan yıldızı milliyetçilik akımı da, aldıkları ağır yenilgiyle kırılan gururlarını eski günlere döndürmek isteyen Almanları derinden etkiledi. Hitler işte böyle bir ortamda sahneye çıktı. Hitler bu dönemde Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ ne lider oldu. Hitler içinde bulundukları durumun ciddiyetini kavrayabildiğinden olsa gerek sürekli milliyetçi söylemlerle kitleleri etkiliyordu. Sürekli Versay Antlaşması’ nı asla tanımayacaklarını vurguluyor ve Almanlar için ” yeni hayat sahası ” kavramını ortaya atıyordu. Partinin programında yer alan maddelerde ise Yahudi aleyhtarlığı fark ediliyordu. İşte o programdaki maddelerden birkaçı şöyle:
– Sadece bizim milletimizden olanlar vatandaş olabilir. Sadece Alman soyundan gelenler, inancı ne olursa olsun, bizim milletimizdendir. Bu yüzden hiçbir Yahudi bizim milletimizin parçası olamaz.
-Halkımızın geçimi ve sayıları artan insanlarımızın yerleşmesi için toprak (koloni) istiyoruz.
Bu parti programı ve söylemleriyle Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi sadece 4 yılda ülke siyasetinde çok büyük bir güç haline geldi. 1924′ te mecliste 32 tane milletvekili vardı. 1924′ ten itibaren Rotchilds adındaki ünlü Yahudi aile Amerika’ daki üyeleri aracılığıyla Almanlara destek sağlamaya başlamıştır. Bunun en açık örneği de Almanların borçlarını yapılandıran Dawes ve Young Planlarıdır. J.P Morgan aracılığıyla bu aile planlar üzerinde etkili olmuştur. Peki Almanlara yarar sağlayan bu planlar karşılıksız bir şekilde mi ortaya çıktı? Bu soruyla bağlantılı dönemin Filistin’ ine göz atalım:
1924 ve Sonrasında Filistin Toprakları: Almanya’ da bu yıllarda gerçekleşen durumlar böyleydi. Peki ya Filistin’ de? Filistin bu döneme kadar, Yahudi yerleşkesi olarak Dünya Siyonist Örgütü’ nün hayaliydi. Çok paralar akıtılıp bu bölgeden birçok toprak satın alınmıştı. Osmanlı’ nın son bulmasıyla da bu örgüt daha faal bir rol üstlenmiş ve emellerine ulaşacak topraklara kısmen ulaşmışlardı. Ancak sadece toprak yetmiyordu. Hayalini kurdukları Yahudi Devleti için Yahudilerin de bu topraklara gelip yerleşmesi gerekiyordu. Bölgeyi elinde tutan İngilizler de bu örgüte destek veriyordu. Tüm propagandalara rağmen Osmanlı zamanındakilerle ve sonrasında gelen Yahudilerle birlikte Yahudi sayısı ancak 85 bine ulaştırılabilmişti. Çünkü Yahudilerin yaşam kaliteleri Avrupa’ da üst düzeydeydi. Yahudilerin bu isteksiz tavrı örgüt için bir handikaptı. Bir şekilde Yahudilerin bu topraklara göçü sağlanmalıydı. Bu dönemde de en fazla Yahudi Alman toprakları içindeydi. Zaten Yahudi Katliamı’ nda 6 milyon gibi bir sayıdan söz edilmesi de bunu kanıtlıyor. Almanya’ da milliyetçilik söylemleriyle hızlı bir yükselişe geçen Hitler işte bu noktada farklı bir figür olarak karşımıza çıkıyor. Milliyetçilik söylemleriyle halkın gururunu okşayan Hitler henüz bu dönemde gerekli mali kaynağa ulaşabilmiş değildi. Zaten halkın içinde bulunduğu durumda, siyasal söylemlerini bir şekilde ekonomik olarak da desteklemeliydi. Aksi durumda O da seçimi kazanamayacağının farkındaydı.

Hitler’ in Ekonomik Destekçileri: Seçim propagandalarında sürekli ön plana çıkan Hitler’ in mali destekçilerini duyduğunuzda şaşıracaksınız. O dönemde Almanya’ da sanayi devleri olan Thysen, Krupp, Kirdoff ve Rotchilds ailesinin Amerika’ da bulunan uzantılarına ait olan General Motors, Du Pond, Ford’ un yanı sıra Yahudi petrol şirketi Standard Oil ( Rockefeller Ailesi’ nin şirketi ) Hitler’ e mali açıdan çok fazla destek olmuşlardır. Bu desteği de arkasında bulan Hitler 1933 yılında Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg tarafından iktidara getirildi. Bu hamleyle seçim de bir formaliteye dönüştü. Çünkü hem halkın hem de bu büyük şirketlerin baskısına cumhurbaşkanı dayanamamıştı. Hitler için her şey yeni başlıyor. Çünkü artık vaatlerini gerçekleştirme aşamasına gelmişti. Öncelikle Alman ırkı için yeni hayat sahalarını gerçekleştirmeliydi. Ancak çökmüş Alman ekonomisiyle savaşa girmek son derece mantıksızdı. Seçimlerden önce etkin olan Yahudilerin mali desteğine yeniden ihtiyaç vardı. Bu desteklerin organizasyon kısmında ise Dünya Siyonist Örgütü ( WZO ) vardı. Bunun kanıtı da 2. Dünya Savaşı boyunca Almanların kullandığı topların üretimini bir Yahudi şirketi olan SKF yapmıştır. Jacob Wallenberg şirketin sahibidir. Standard Oil de Nazilere ait askeri araçların petrol ihtiyacını karşılamıştır. Üstelik toplama kamplarında kullanılan gazların üretimi bile Yahudi kimya firması olan Farben şirketidir.
Savaş öncesinde üretilen 500 ton civarındaki kurşun Almanlara ulaştırılır ve bu kurşunların ödemesini gerçekleştiren Brown Bros Harriman’ dır. O da bir Yahudi’ dir. Bu ödeme, Harriman teminatı olarak gerçekleştirilmiş ve teminat tarihi de 21 Eylül 1938 olarak kayıtlara düşülmüştür. Ancak savaşa bir adım kala Alman borçlarının vadesi geliyordu ve bu durum büyük bir sıkıntıya sebep olacaktı. 1933′ te, Foster Dulles ( CFR üyesi, sonraki dönemde ABD Dışişleri Bakanı ) ve Allen Dulles ( CFR üyesi, sonraki dönemde CIA şefliği yaptı ) ile Hitler görüşme yaptılar ve bu borçların vadeleri uzatıldı. Ayrıca Yahudi ailelerinde Samuel ailesi de Hitler’ e 30 milyon pound mali destek sağlıyordu. Royal Dutch Shell adlı petrol firması bu aileye aitti. Bilinen bu gerçekleri Hitler de inkar etmemiştir. Hatta en yakın arkadaşlarından Herman Rauschning’ in yazdığı kitapta bunlara değinilmiştir. Hitler M’a Dit ( Hitler Bana Dedi ki ) ismini taşıyan kitapta, Hitler’ in mücadelesinde Yahudilerin çok önemli katkılarının olduğunu ve mali olarak çok destek verdiklerini belirtiyor. Bu ifadeyi de Hitler’ in ağzından veriyor.
Akıllara yeni sorular gelmeye devam ediyor. Yahudi çevreleri bu mali desteği neden sağladılar? Üstelik bu desteği, parti programında açıkça Yahudi aleyhtarlığı yapan bir lidere veriyorlardı. Seneler sonra ortaya çıkan Wilhelmstrasse gizli belgeleri ile bu olaya ilişkin fikirler oluştu. Bu belgelerde Siyonist Örgütler ile Hitler’ in anlaşma yaptıkları ortaya çıktı. Yahudilere yapılan baskıya, Yahudi liderlerin destek verdiği ve mali olarak Hitler’ i de bu baskıyı yapması için destekledikleri bu belgelerde yer alıyor. Özellikle de zengin Yahudi ailelere gözdağı vermek amaçlarıydı. Bu yüzden de toplama kamplarına sadece sakat, engelli, yoksul Yahudiler getiriliyordu. Bunların yanında Romanlar ve Çingeneler de vardı. Bu korkutma ve baskıyla varlıklı Yahudiler satın alınan topraklara göçe zorlanmış oluyordu. Üstelik Hitler, devlet politikası olarak Yahudilere göçün önünü açıyordu. Soykırım amacı olan bir diktatör niçin böyle bir göçe izin versin? Üstelik neden devlet politikasıyla da desteklesin? Göç etmek isteyen Yahudilerin göç organizasyonunu da Siyonistlerle birlikte yürütmüş ve sadece Filistin’ e göçe izin vermişlerdir. Nazi subaylarından olan Adolf Eichmann bu göç organizasyonunun başında yer almış ve Macaristan, Çekoslovakya ve Avusturya’ da göç büroları kurdurmuştur. 1941′ e kadar bu bürolar aracılığıyla Eichmann yasalar çerçevesinde Yahudi göçünü yürütmüş ve 250 bini aşkın Yahudi’ nin Filistin’e göçünü gerçekleştirmiştir. Hitler ilk olarak Romanya, Polonya, Avusturya ve Macaristan’ ı işgal etmiştir. Bunun sebebi de Yahudi nüfusunun bu ülkelerde daha çok olması olarak gösterilir.
Bizim de özellikle 2. Abdulhamid ile görüşmelerinden tanıdığımız gazeteci siyonist Theodor Herlz bu konu hakkında şöyle diyor: Wilhelmstrasse’ nin gizli arşivleri, Hitler İmparatorluğu ile Yahudi Örgütleri arasında, Alman Yahudilerinin Filistin’ e göçlerini kolaylaştırmak amacıyla bir anlaşma imzaladığını ortaya koymaktadır.
2. Dünya Savaşı 1945 yılında bitmiştir. Bundan sadece 3 yıl sonra da İsrail Devleti 1948′ de kurulmuştur. Çok konuşulan bu konu hakkında fikir yürütüp kanaat sahibi olmak, bu bilgiler ışığında size kalıyor.

Bu bilgiler için bilgiustam.com'a teşekkür ediyoruz. Tarafımızca düzenlenip paylaşılmıştır.

Gözümüz kaç MegaPiksel ?

Öncelikle şunu belirtmekle başlamak istiyorum, insan gözü analog bir yapıdır ve dijital bir terim olan piksel boyutuyla ölçülmesi tam olarak mümkün değildir.Beyindeki görme merkezi gözlerden gelen ışık bilgisini aynen bir film perdesi gibi algılayamaz. Beyin gelen ışık bilgisini yorumlayarak görüntü oluşturur. Bu görüntü gözden beyne giden sinir hücrelerinin yani nöronların hızına bağlı olarak sürekli yenilenir.
Örneğin bunu FPS(frame per second) değeri olarak göz önüne alırsak, bir video filmindeki 30FPS değeri gözümüzün görüntüyü tümüyle akıcı olarak görmesi için yeterlidir. Fakat bu olay, insan gözünün 30FPS olduğu anlamına gelmez. İnsan gözünün de belli bir eşik değeri vardır ve o değerden daha hızlı geçen bir cisme baktığında onun hareketini yakalayamaz ve hiçbirşey geçmemiş gibi görür. Günümüzde kullanılan yüksek çekim hızına sahip kameralar kullanılarak bir merminin hareketi milisaniye mertebesinde rahatlıkla incelenebilmektedir.
İnsan gözünün hızı için basit bir test yapabiliriz. Öncelikle CRT(tüplü) bilgisayar monitörünüzün dikey tarama frekansını 60 Hz’e getirin. Bunun için, masaüstüne sağ tıklayıp özellikler > ayarlar > gelişmiş > monitör sekmelerini takip edip Hz ayarlarına ulaşabilirsiniz. 60 Hz’e getirdikten sonra ekrana 30cm mesafeden bakarken, monitörün yan tarafında bir nesneye odaklanın ama göz ucuyla da monitörü görün. Normalde düz bakarken hissetmediğiniz ekran yenilemesinin nasıl yukardan aşağıya taranarak sayfa sayfa geçtiğini bu şekilde farkedeceksiniz. Eğer normal bakarken de 60 Hz’i farkediyorsanız bunu bir de 75 Hz’de deneyin. Kendim 75 Hz’e kadar farkedebiliyorum fakat 85 Hz ve üstünde artık sayfa sayfa geçişleri göremiyorum. Gözün bu hızı kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Gözleriyle sürekli detaylı ve hareketli şeyleri takip eden ve işi gereği yüksek dikkatle çalışan kişilerde daha hızlı göz refleksleri görülür.
Gözümüzün ışık algılayıcılarının bulunduğu retina, sinirsel yapıdan oluşan bir zardır. Retinadaki ışık algılayıcıları, sayısal kameraların algılayıcılarında olduğu gibi sayılabilir büyüklüklerdir. Hatta, retinanın çukur kısmında(fovea) bu algılayıcıların sayıları diğer bölgelere oranla daha fazladır ve retinanın üzerine düşen ışık beyine sıkıştırılarak iletilir. İşte bu nedenle gözümüz bazen bize oyun oynar ve şekilleri olmadığı gibi görürüz. Gözümüzdeki ışık algılayıcı hücre sayısı(ya da piksel deyin) belli bir kritik değerin üstünde olduğu sürece görme kalitesi etkilenmez. Çünkü görüntüyü beyin tamamlar. Hatta tek gözümüz olmasa bile görüntü çözünürlüğümüz azalmaz, yalnızca derinlik hissimiz bir miktar kaybolur. Retina “dekolmanı” olarak adlandırılan ve göz içindeki ışık hücrelerinin büyük kısmının harap olduğu durumlarda bile görüntünün bir kısmını eksik görmeyiz. Bunu şöyle benzetebiliriz: Elinizdeki kameranın merceğinin yarısını kapatıyorsunuz ama ekranda görüntüyü hala tam görüyorsunuz; çünkü kameranın işlemcisi eksik kısmı tamamlıyor.
Gözün görme kapasitesinin megapiksel olarak ifade edilebilmesi için, gözdeki reseptörleri piksel olarak düşünüp bir sahneyi beynin hangi detay seviyesinde oluşturabildiğini test etmek gerekir. İnsan gözü küçük bir organdır ve üzerine gelen ışığın çok az bir miktarı ile bütün herşeyi yapar. Fakat yüksek megapiksel kameraların mercekleri oldukça büyüktür ve buna bağlı olarak karanlık bir sahnede insan gözüne kıyasla çok daha fazla aydınlanmış alan görürler. Şunu net olarak söylemek mümkündür ki, eğer göz büyüklüğünde bir mercekle en yüksek megapiksel oranını alıp fotoğrafı çekip daha sonra insanın aynı manzaraya bakarak gördüklerini karşılaştırırsak eminim ki insan gözü daha fazla detayı algılayıp tanımlayabilecektir. Dijital makinenin çektiği fotoğraf ise, zoom yapılmadan insanın gördüğüne denk biçimde görüntülenip incelenirse çok daha az detay yakalayabildiği anlaşılacaktır.
Bu nedenle insan gözü yapay merceklerin görüntüsüyle kıyaslanamayacak kadar mükemmel yaratılmış bir organdır. Ama dijital bir veri olan megapiksel olarak ifade edilebilir. Bunun hesaplaması yukarıda bahsettiğim şartlar sağlanırsa, yaklaşık olarak bir değer ortaya koyularak gerçekleştirilebilir. Ama megapiksel teriminin aslında bir sahneden alınan görüntünün kaç piksel ile görüntülendiğini ifade eden bir kavramdan başka birşey olmadığını aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Tabiki ne kadar fazla piksel olursa o kadar detaylı görünecektir fakat bunun insan gözüne denk gelen oranıyla kıyaslamak için, konuyu başlıca bir araştırma konusu olarak ele alıp laboratuvar şartlarında incelenmesi ve deneyler yapılması gerekir.

Bu bilgiler bilgiustam.com tarafından alınıp tarafımızca düzenlenip paylaşılmıştır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.